20 Aralık 2010 Pazartesi

Fetullah Gülen Cemaati ve Yapılanması

Ağabey: Fethullahçı eğitmen, yol gösterici. İnsanları cemaate çekmeye, cemaati hoş göstermeye çalışan kişi. Temel Fethullahçı birim.

Abla: Kadınlar arasında “ağabey”lerin rolünü üstlenen kişi veya kişiler.

Şakirt- Şakirde: Çırak, talebe çömez gibi anlamları vardır. Ağabey ve ablaların yetiştirdiği Fethullahçılara denir. Olgunlaştıklarında “o artık şakirt oldu” denilir. Her ağabey ve abla da bir üstündeki emir aldığı kişiye göre “şakirt ya da şakirde”dir.

Ağabeylik-Ablalık: Hiyerarşi sisteminin kod adları.

İlgilenmek: Ağabeylerin önceden belirlenmiş insanlara yakınlık göstererek, arkadaş olarak onları çeşitli yollarla Fethullahçılığa dâhil etmesidir. Bu yollar ilgilenilen kişiye, yere ve zamana göre faklılık gösterir. Diğer adı “kafalamak”tır.

Hizmet: Özelinde Fethullahçılığın, genelinde Nurculuğun cemaat içindeki adı.

Dershane: Fethullahçı yapılanmanın evleri. Buralar dışarıya “üniversiteli talebelerin kaldığı evler” olarak tanıtılır. Diğer adları Işık Evi ya da Nur Evi’dir. Kaynağını sahabe devrindeki İbn-i Erkan evlerinden aldığı söylenir. Fethullah Gülen’e göre kapılarına kilit vurulmuş zaviyelerin, kışlaların, tekkelerin görevini yapan evlerdir. Bu evlere giriş ve çıkışlar mümkün olduğunca gizlilik içinde yapılır. Işık evlerinden sorumlu bir ev imamı vardır. Bu imamlar 6 ayda veya 1 yılda değişir. Evin maddi girdisi ve çıktısıyla ilgilenir yukarıdaki imamlara rapor verir. Bu evlerde genelde 4-5 kişi yaşar. Umumiyetle kiralanır. Fethullah Gülen’e göre bu evler Işık Süvarilerinin Kışlaları’dır. Fethullah Gülen bu evlerde yetişmeden, sabırla pişip ol¬gunlaşmadan yapılan her işin “ham hayal” olduğunu savunur.

İaşe: Evlerin giderleri için toplan para.

Hocaefendi: Fethullah Gülen. “Amerika’daki mübarek zat” da denir. Kesinlikle adı-soyadı ile hitab edilmez. Bu büyük saygısızlık kabul edilir. Eskiden kullandığı takma adları Abdülfettah Şahin ve Hikmet Işık’tır. Altında üç yıldız ( * * * ) olan yazılar da kendisine aittir.

Üstad: Bediüzzaman Said Nursi.

Büyük Ağabeyler: Adları örgütün alt kadrolarının sık duymadığı fakat üsttekilerin çok iyi bildiği bazı isimlerdir. Başlıcaları: İsmail Büyükçelebi, Latif Erdoğan, Abdullah Aymaz (İsmail Yediler ya da Safvet Senih), Hüseyin Gülerce, Alaaddin Kaya, Ali Bayram, Harun Tokak, Ekrem Dumanlı’dır.

Ders Çalıştırma: Öğrencileri evlere çekmek için başvurulan en temel ve vazgeçilmez yöntem.

Sohbet: Haftada bir, aynı gruptaki, çoğu arkadaş ve birbirini getiren kişilerin evlerde toplanarak bir vaiz eşliğinde dini, güncel, politik konuları daha çok monolog olarak tartışmasıdır. Yarım saat ile bir saat arasında, genellikle Fethullah Gülen’in kitaplarından parçalar okuyan “sohbet abisi” sohbetin bitiminde katılanların birbiri ile kaynaşması için şakalar, takılma yollu münasebetler kurar. Daha sonra çay içilir, futbol ve malayani başka konular etrafında ortama şerbet verilir. Toplantının kod adı “çay içmek”tir.

İstişare: Sohbette istenilen verimi sağlayan kişiler bir üst kurul olan ve yine haftada bir toplanan bu toplantılara çağırılır. Kimin kaç kişi daha getireceğinden, getirilen arkadaşların ilerleme seviyesine, burada bulunmayan kişilere nasıl davranılması gerektiğine kadar “istişare abisi”nin açık açık anlattığı yerdir. Ciddi bir ortamdır. Bir üst birimden gelen emirler buradaki insanlara aktarılır ve haftaya kadar bunları yapması istenir.

Tedbir: Cemaate zarar gelmesini engelleyici her tülü yol. Ortamın bir savaş ortamı olduğu vurgusu sık sık yapılır. Bu sebeple cemaat üyeleri “hile mübahtır” felsefesiyle hareket ederler. Bu doğrultuda gerekiyorsa yalan söyleme dâhil her yol açıktır. Evlerden teker teker çıkmaktan, kitapları insanlar fark etmesin diye ciltlemeye, gerekirse en usturuplu yalanları söylemeye kadar her şey “tedbir dairesi” içinde mütalaa edilebilir.

Maç: Aynı sohbet grubundaki kişilerin kaynaşması amacıyla yapılan halı saha maçlarıdır. Haftada bir yapılır.

Gezi: İstişarelerde yukarıdan verilen emirler doğrultusunda bazen orman içine, bazen deniz kenarına, bazen tarihi yerlere, bazen de hamam veya uzaktaki bir lokantaya yapılan toplu gezilerdir.

Keyfiyet: Sohbet abisi ya da istişare abisinin grubundan istediği haftalık yapılacaklar listesidir. Listede oruç tutmak, Hocaefendi kitaplarından en az belli sayıda sayfa okumak, Risalelerden en azı belirlenmiş sayfalar okumak, Kuran-ı Kerim’den yine en azı önceden belirlenmiş sayfalar okumak gibi manevi sayılabilecek işler yanında maddi faaliyetlere de yer verilir. Bunlar ise Sızıntı abonesi yapmak, Zaman abonesi yapmak, Fethullah Gülen’in kaset ve kitaplarını ücretsiz olarak eşe dosta dağıtmak gibi faaliyetlerdir. Verilen bir nevi çeteledir.

Risale: Risale-i Nur’un kısaltmasıdır. “Kırmızı kitap” da denir.

Müspet: Kelime, Fethullahçı bir zihnin kafasındaki kesin ayrımı ifade eder. Buna göre; Fethullahçı olan herkes müspettir. Ayrıca geniş dairede, ağabeylerden gelen(yani Fethullah’tan) bilgiler ve yönlendirmeler doğrultusunda başka cemaatlere mensup kişiler de bu tanımlamaya zaman zaman girer. Ama burada önemli olan müspet olmayanların durumudur. Onlar “solcu, komünist, kom…” gibi tanımlamalarla müspet kimselerden kesin bir ayrımla ayrılırlar. Bu ayrım siyahla beyaz kadar nettir.

Solcu: Müspet kelimesinin karşıt anlamlısıdır. Eğer bir kişi bu tanımlamaya girmişse ona karşı tüm örgüt ortak bir tavır takınır. Bilenler bilmeyenlere bu bilgiyi(tanımlamayı) derhal iletirler. Örgüt, bu yaftayı yapıştırdığı insanlarla en hafifinden ilişkisini keser, ilerisinde ise akla hayale gelmedik yöntemlerle o kişiyi tüketmeye, bitirmeye, silmeye çalışır. Tabirin eş anlamlıları; komünist, kom gibi kelimelerdir.

Esnaf Ağabey: Okumayan, daha çok küçük ya da orta ölçekteki işyeri sahibi sohbetlere devam eden kişi.

Mütevelli Ağabey: Esnaf Ağabey’in istişarelere katılmaya hak kazanmış ve sorumluluk yüklenmiş, bu anlamda “işi bilen” sınıfına yükselmiş hali. Para ve her türlü maddi-manevi desteğini esirgemeyecek hale getirilmiş insan.

Gazete: Zaman Gazetesi. Örgütün temel yayın organı. Tirajının cemaat içinde ayrı bir önemi vardır.

Sızıntı: Dergi faaliyetlerinin en önemli sac ayağı. İsteyen istemeyen, abone olan olmayan, herkese ama herkese ulaştırılması istenir. Yılbaşına yakın abonelik koçanları gelir. Herkesin sayısı bazen binlere varabilecek şekilde abone kazandırması beklenir.

İmam: Faaliyetlerden sorumlu kişi. Yetki alanı bir üstü tarafından belirlenmiş yürütme işinin temel birimi. Her evden sorumlu olan kişi bir “ev imamı”dır. Yine her “semt”den, her “bölge”den, her büyük bölgeden, her okuldan, her devlet dairesinden, her istişareden, her sohbetten sorumlu olan bir “imam” mutlaka vardır.

Kolejler: Fethullahçı özel okullardır. Cemaat içindeki insanlardan çocuklarını buralara göndermeleri özellikle istenir. Hatta okulların tanıtım faaliyetlerine katılmaları beklenir. Bu okullardan “bazıları”: Nilüfer, Fatih, Samanyolu, Yamanlar ve Serhat kolejleridir.

Müceddit: Peygamberden sonra her asırda geldiğine inanılan din âlimi. Said Nursi’nin mücedditliği tartışılmaz bir hakikat olarak evlere gelenlere anlatılır. Fethullah Gülen’in de böyle olduğu da bazen gizli, bazen de açıkça vurgulanır.

Hidayet: Fethullahçılığa erenlere, durumu kabul edip itaat edenlere yakıştırılan, anlamına bu yönde özel bir anlam yüklenmiş bir sıfattır. Bu özel yüklenen anlam, gerçek anlamının ötesinde psikolojik olarak kalıntı bırakma ve çağrışım yoluyla kafaların elde edilmesinde kullanılır. Bir kişiden nefret bile edilse “Allah hidayete erdirsin” denilerek bilinçli ve son derece ince bir hesap güdülerek bir anlamda ilk tohumlar atılır. Bu, insanların düşmandansa en azından sempatizan ya da etkisiz eleman olarak kalmalarına da bir kapı açmaktır.

İrtibat: Dar anlamıyla Fethullahçı olan herkesin düzenli olarak birbiri ile irtibatta olması beklenir. Sohbetler, istişareler, maçlar, geziler hep bu amaçladır. Ağabeyler ve ablalar ilgilendikleri kişilerin evlerine, iş yerlerine sık olmasa da ziyaretler gerçekleştirirler. Telefon açmalar, kısa mesajlar, e-mailler ile hep hatırda tutuldukları vurgulanır. Bu anlamda örgüt kişileri çok zor gözden çıkarır. Hele o kişi örgütün ilerlemesi için gerekli olan para, maddi- manevi güç, başarı gibi vasıflara haiz ise irtibat asla koparılmak istenmez. Bu kelimenin geniş anlamı da herkesle olan münasebetleri işaret eder. Herkesle bir gün faydalanmak gerekçesiyle iyi ilişkiler kurulur.

Şer Odakları: Bunların en başında Türk Silahlı Kuvvetleri gelir. Daha sonra o günün şartlarına göre Fethullahçılıkla uğraşan gerçek ve tüzel kişilerin tamamı bu sınıflamaya girer. Tabirin eş anlamlıları “solcu, komünist” ve duruma göre de “ateist”dir. Kamuoyunda da “bizimle komünistler uğraşır ancak” diye toplu şartlandırmalar yapılır.

Beton Kemal: Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya takılan adlardan biri. Diğerleri de “Musti, Kefere, Deccal, Öküz Aleyhisselam, Öküz Kemal, Kemal Ağa”dır.

İlim: Bilinen manadaki bilimden farklıdır. İnsanı Allah’ı bilmeye, tanımaya götüren pozitivist olmayan bilgidir. Fethullahçılara göre bilim yanılır ama ilim asla yanılmaz.

Maklube: Fethullahçıların özel yemeği. Tencerede pişirilir. Katmanlar halinde pirinç pilavı, patates ve et ile yapılıp tencerenin bir tepsiye ters çevrilmesiyle devam edilir. Ortasında bu yemek bulunan tepsinin kenarlarına doğru, ışınsal şekilde yoğurt ve salata eklenip tekrarlanarak servis edilir. Yemeğin içine konan 2 ya da 3 adet nohut tanesinin kime çıktığına bakılarak “Güllüoğlu”ndan tatlı ısmarlaması beklenir. Anlaşılacağı gibi kaynaştırıcı ve paylaşımı ön plana çıkaran bir nevi merasimdir.

Himmet: Toplu para toplama merasimi. Genellikle ABD’den gelen ve ayağının tozuyla sohbet veren bir “önemli abi”nin vaizliğinde gerçekleşen “dokunaklı ve gözyaşı yüklü” bir sohbet sonrası katılımcılardan herhangi bir makbuz, belge karşılığı olmaksızın para toplandığı törenvari toplantılar. Bu toplantılarda gelecek dönemde verilecek paraların da sözü alınır.

TÖV: Örgütün yayınevlerinden birinin adıdır. “TÖV’den okumak ya da TÖV okumak” diye bahsedilen ise Fethullah Gülen’in kitaplarını okumaktır.

Gönül Eri: Fethullah Gülen’in “ağabey” tanımıdır. “Muhabbet fedaisi, kalp insanı, hizmet eri, ışık eri, ışık süvarisi” gibi başka tanımlamaları da hep bu kişileri işaret eder.

Altın Nesil: Fethullah Gülen’in tasvirlerinde “bir eli Kuran’da, bir eli bilgisayarda olan” diye de bahsettiği, kendisinin izinde yürüyen ağabeyler-ablalar topluluğu. Diğer adı “Beklenen Nesil”dir.

Başyüceler: Fethullah Gülen’in “en iyi gönül eri” tanımına girenler.

Talihsiz Dönem: Fethullah Gülen’in Cumhuriyet Türkiye’sine taktığı isimlerden biridir. Diğerlerini de “karanlık ya da upuzun hicranlı dönem” diye kitaplarında bol bol kullanır.

Karşı Cephe: Fethullah Gülen’in önceleri laik kesim için kullandığı, şimdilerde kendisine karşı olan herkesi dâhil ettiği insanlardır. Sık sık aynı anlamlı olarak “hasım cephe” tanımını da kullanır.

Karşı Cepheye Aksiyoner Tavır Almamak: Bu cümle çok önemlidir. Çünkü Fethullah Gülen’in burada 1950′li yıllara atıfta bulunarak Said-i Nursi’yi “karşı cepheye aksiyoner tavır almamak” gerekçesiyle üstü kapalı eleştirir. “…50′li yıllardan bu yana tam 40–45 yıl geçmiştir. O dönemde, 10 yaşında olanlar, şayet mevsimi geldiğinde üniversite okusalardı, şimdi zirvelerde ya da zirveleri zorlayan konumlarda olacaklardı. 20 yaşında olanlar 60–65 yaşında olacaklardı ki bu da onların başbakanlar, reis-i cumhurlar seviyesinde en olgun dönemlerini yaşıyor olmaları demekti” ifadesi ile devleti diğer önemli mevkileriyle en üst düzeyde ele geçirmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır.

Maarif: Fethullah Gülen’in çok önem verdiği Milli Eğitim Teşkilatı. Fethullah Gülen burayı ele geçirilmesi ve elde tutulması çok önemli kalelerden biri olarak sayar.

Mabede Giden Yolların Kapatıldığı Zaman Dilimi: Fethullah Gülen’in Atatürk ve İsmet İnönü dönemini kastettiği zaman aralığı.

Makam Ve Mevki: Fethullah Gülen’in başta devlet kademeleri olmak üzere öncelikli hedefidir. Bu bir ilk hedeftir. Tamamı tüm devleti, tüm kurumları, tüm dış devletleri ve dünyayı ele geçirmektir. Buna göre; makamlar öncelikli, kişiler ikinci plandadır. Bu nedenle kişiler makamlara tercih edilmekte ve gerekirse ya da herhangi bir nedenle güç durumda kalındığında kişiler feda edilerek yerlerine hazır tutulan kendilerinden olan kişilerin getirilmesi için yoğun çaba sarf edilmektedir. Mümkün olmaması halinde mevcut bürokrat ya da siyasetçilere hoş görünmek suretiyle kendi tabirleriyle ‘Kullanabildiğin sürece ya da sana zarar vermeyecekse istifade et’ taktiği ile yönetim kademelerini kontrol altında tutmaya çalışmaktadırlar.

Kandan İrinden Deryaları Geçmek: Fethullah Gülen’in yazılarında ve vaazlarında sık sık kullandığı bu tabir adeta bir slogandır. Tam cümle şudur “Hizmet insanı gönül verdiği dava uğrunda; kandan, irinden dar yolları, deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı; varıp hedefine ulaştığında da sahibine verecek kadar olgun ve yüce yaratıcıya edepli ve saygılı, muvaffakiyetinden ötürü alkışlayacağı kimseleri de putlaştırmayacaktır”. Görüldüğü gibi hem mücadelenin tarzını anlatmakta, hem de lidere tabi olmak suretiyle ondan “irşad” ve emir beklemeyi telkin ettiği açıkça ortadadır.

İrşad: Adam kafalamanın, ilgilenmenin en kibar ve akademik söylemidir. Burada da sözcüğe asıl anlamının üstünde özel bir anlam yüklenmiştir. Kastedilen “irşad” şahısların Fethullahçılık yoluna yöneltilmeleridir.

Tebliğ: İrşad gibi anlamına ek bir anlam yükleyerek kullanılan bir diğer tabirdir. Burada da ek anlam gerçek anlamın ötesindedir. Yani kastedilen Fethullah Gülen’in mesajının duyurulmasıdır. Bu anlamda insanları Fethullahçılığa davettir.

Tesbihat: Vakit namazlarından sonra toplu olarak yapılan zikir ve dualardır. Cemaat içinde bunları ezbere bilmenin ayrı bir yeri vardır. Şakirtlikte ilerleyenlerin bunu ezbere bilmesi beklenir.

Şefkat Tokadı: Fethullahçı yapılanma içinde verilecek her türlü tavizin önüne geçmek için kullanılır. Buna göre Fethullahçılık faaliyetlerinde her türlü ihmal, verilen görevi savsaklama, başkaldırma durumlarında Allah uyarı olsun diye kulunu geçici bir süreliğine cezalandırır. Kişiden de bu mesajı alması ve haline çekidüzen vermesi beklenir. Fethullah Gülen bu durumu “Kutlu Nebi’nin davasına gönül vermiş zamanımızdaki hakikat yolcuları için de şefkat tokatları her zaman söz konusudur. Zamanımızda ise bu kudsî hamûleyi üzerine alanlar, bu nimetin şuurunda olarak, insanlık adına yaptıkları vazifelerinde ülfet, ünsiyet ve ihmale katiyen yer vermemelidirler. Aksi takdirde şefkat tokatlarının gelmesi kaçınılmaz olur.” şeklinde anlatır.

Allah Nurunu Tamamlayacaktır: Cümle bir Ayet-i Kerime’den alıntıdır( Saf 61 - 8 ). Tam şekli “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” halindedir. Fethullah Örgütlenmesi morali bozulan elemanlarına ümit aşılamak ve davalarının ne kadar hak bir yol olduğunu anlatmak için sık sık bu ifadeyi telkin eder. Burada amaç “Siz Fethullahçılığa devam edin, gerisini merak etmeyin.” fikrini zihinlere yerleştirmektir.

Teheccüd: Gece uykudan kalkılarak kılınan namazdır. Bu konu ayrı bir önem arz eder. Evlerde bir gün bile kalınsa “teheccüd”e kalkılması misafirlerden çoğu zaman beklenen bir şeydir. Evlerde her gün kalkılmamasına rağmen, misafir olarak kalındığında çoğu zaman gece ibadetine kaldırılırsınız.

Kavmiyet Fikri: Bu deyiş kapalı olarak Türk milliyetçiliğini işaret eder. Milliyetçiliğin her türlüsü, ki buna Atatürk ilkelerinden biri olanı da dâhildir, nefretle karşılanır. Mücadele edilmesi gereken temel fikirlerden biri olarak telakki edilir. Ama gerektiğinde en öde giden milliyetçiler de yine Fethullahçılar olur. Fethullah Gülen bir anda karşımıza bayrağımızı dünyanın dört bir yanında dalgalandıran, Türkçenin tüm dünyada konuşulmasını sağlayan, Türkiye ve Türklük için ömrünü feda etmeye hazır, ölse bile bu topraklara gömülmek isteyen milli ve ulusalcı bir şahsiyet olarak çıkar.

Hicret: Fethullah Gülen’in yeni anlam yüklediği kavramlardan biri daha. Kavram Fethullah Gülen’in Amerika’ya gidişinden sonra çıkarılmıştır. Dinin Türkiye sınırları içinde rahatça yaşanamadığı, yayılamadığı bu sebeple başta Amerika olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmek gerektiği mesajına dayanır. Gidilen ülkelerde çevreye karşı nasıl tavır alınacağı, neler yapılacağı, hepsi önceden kararlaştırılmıştır.

Amerika: Fethullah Gülen’e bağrını açmış bu toprakların örgüt içinde başka ve özel bir anlamı vardır. Fethullah Gülen’in “buralara gelin” çağrısıyla adeta ABD’ye gitmek en kutsal yerlere gitmek kadar önemlidir. Zaman gazetesinde, 4 Eylül 1997 tarihinde “İnanmış bir insanin Batı karşısında, Batı’yla entegrasyon karşısında, Amerika’yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez” şeklinde batı dünyasına nasıl tavır alınması gerektiği konusundaki söylemini tamamlayan şu sözleri de niyet belirtmesi açısından oldukça açıklayıcıdır “Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız surece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz”. Ayrıca Fethullah Gülen’in “Dünya Gemisinin kaptanı” olarak nitelediği ABD’yle asla ters düşülmemesi gerektiğini de sık sık vurgular.

Hoşgörü-Diyalog-Huzur İklimi: Bu tabirler Fethullah Gülen’in örgütü dışarıya tanıtmak için kullandığı ve kullanılmasını istediği bir nevi ambalaj laflardır. Bu aynı zamanda örgütün çoğu kuruluşunda sloganlaşmış, amblemleşmiş bir felsefenin de çekirdeğini oluşturur. Bu felsefe diğer insanları mümkün olduğunca ürkütmemek, düşman kazanmamaktan başlayıp insanlardan cemaat için kazanılacak en üst faydalara kadar giden yolu gösterir. Örgütün temel savunma mekanizması ılımlı İslam üzerinde durur. Örgüt kendini “Türkiye’nin adını duyuran, çocukları ve gençleri uyuşturucu, alkol gibi kötü alışkanlıklara düşmekten kurtaran, insanlara Allah sevgisi, iman aşılayan, radikal Müslümanlığın alternatifi” olarak tanıtmaktadır. Örgüt kendini asla “örgüt, tarikat, Fethullahçı” olarak tanıtmaz. Bir “gönüllüler hareketi, Asrın Dertli İnsanı’nın tavsiyelerini dinleyen yüce mefkûre insanları, Hocaefendi’nin irşadıyla hareket eden yüksek kametler” gibi tanımlamalar yapar. Tanımlardan da anlaşılacağı gibi bu izahların da hepsi Fethullah Gülen’e aittir.

Bazı Özel Kitaplar Ve İşlevleri:

Kendini Arayan Adam(Halit Ertuğrul): Genellikle mütedeyyin olan ve Fethullahçılığa girmesi muhtemel herkese dağıtılan bir “ilk kitaptır”.

Düşün, Anla Ve Ağla(Vehbi Yıldız): “İkinci seviye” bir kitaptır. İlki kadar muteber değildir. İlkinden sonra gelen tepkiye bağlı olarak kitap yelpazesi de çeşitlenir.

Öğretmenin Not Defteri: Genelde ortaokul öğrencilerine yönelik bir ilk kitaptır.

Küçük Sözler(Said Nursi): Risale okumalarına başlangıç kitabıdır.

Gençlik Rehberi(Said Nursi): İkinci okunacak risaledir ve daha çok 25 yaş altına hitab eder.

İrşad Ekseni(Vehbi Yıldız): Adam kafalamanın tüm kurallarının ve yöntemlerinin sistematik biçimde anlatıldığı profesyonelleşmiş şakirt kitabıdır.

Küçük Dünyam(Latif Erdoğan): Fethullah Gülen’in Latif Erdoğan’a yazdırdığı ve AD yayıncılıktan bastırdığı kitaptır. Kitabın özelliği Fethullahçıların yurtlarda, evlerde, üniversiteye hazırlık dershanelerinde bu kitapla imtihan edilmeleridir. Düzenlenen yarışmada “ilgili abi” yarışma sonucunda kazanana küçük bir hediye de verir.

Fethullah Gülen Kitapları: Ne kadar okunsa az gelen temel eserlerdir. Fethullah Gülen’in kendisinin bile “Asrın Getirdiği Tereddütler” serisini 98 kere okuduğu söylenir.

F. Gülen Hakkında Yazılan Kitaplar: Bunlar genellikle koliler halinde, hatta tonlarla ifade edilecek şekilde evlere gelir ve parasız olarak dağıtılması istenir. Bunlar o kadar çoktur ki dağıtılsa bile yine onlarca belki yüzlerce elde kalır. Tamamın farklı insanlara dağıtılması seneleri alır.


Alıntıdır.

7 Ocak 2009 Çarşamba

BE HEY DÜRZÜ

ne ararsin tanri ile aramda!...
sen kimsin ki orucumu sorarsin?
hakikaten gözün yoksa haramda
basi açiga niye türban sorarsin?

raki, sarap içiyorsam sana ne.
yoksa sana bir zararim, içerim.
ikimiz de gelsek kildan köprüye,
ben dürüstsem sarhosken de geçerim

esir iken mümkün müdür ibadet?
yatip kalkip atatürk'e dua et.
senin gibi dürzülerin yüzünden,
dininden de soguyacak bu millet

isgaldeki hali sakin unutma.
atatürk'e dil uzatma sebepsiz.
sen anandan yine çikardin amma
baban kimdi bilemezdin serefsiz.

Neyzen Tevfİk

Korkak Ve Cesur

KORKAK TANRIYI YARATTI
KORKUSUNDAN KURTULMAK İÇİN

CESUR TANRIYI KULLANDI
KORKAĞI KANDIRMAK İÇİN

BÖYLECE KUL OLDU KORKAK
HEM TANRIYA,HEM CESURA

VE CENNETİ YARATTI KORKAK
ÇALIŞARAK ÖLESİYE

CESUR “TANRI ADINA” EL KOYDU
KORKAĞIN CENNETİNE

AMA KARŞI GELMEZSE KORKAK
HAYATTA İKEN-CESUR’A

TANRIYA ŞÜKREDERSE,
YOKSULLUKTAN ÖLSE BİLE,

YANİ EĞER RAZI OLURSA KORKAK KADERİNE
KORKAK DA GİREBİLİR ÖLDÜKTEN SONRA
YARATTIĞI CENNETİNE

SONRA CESUR BU DÜNYADA CEHENNEMİ YARATTI
KORKAK AÇLIK,SÖMÜRÜYÜ,ZULMÜ VE SAVAŞI TATTI

VE CESUR ÖYLESİNE GÜÇLENDİ Kİ
İÇTİKÇE KORKAĞIN KANINI
SONUNDA CESUR “TANRI” OLUVERDİ.

ARTIK TABANCALI,COPLU
MELEKLERİDE VARDI.
YOK EDERDİ HERŞEYİ
İSTERSE ORDULARI.

VE KORKAK BİR GÜN UYANDI
UYKUSUNDAN.
YARATTIĞI CENNETİ İSTEDİ:
ŞİŞMAN TANRISINDAN
KURTULDU:
KENDİNİ ONA KUL EDEN KORKUSUNDAN.

ŞİMDİ NE KUL,NE ZULÜM
NE TANRI OLACAKTI.
KENDİ YAZIP KADERİNİ,HAKKINI ALACAKTI.
YA İNSAN GİBİ ÖLECEK;
YA İNSANCA YAŞAYACAKTI….


HÜSEYİN KÖKEN

Bahriye ÜÇOK Cinayeti ve Kargocu Kız

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve eski milletvekili Doçent Dr.Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990'da Ankara'daki evine gönderilen bir kitabın içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Üçok, İslam dininin yanlış yorumlandığını, oruç tutmanın zorunlu olmadığını, İslam'da başörtüsü kavramının da bulunmadığını savunuyordu... Üçok suikasti yıllarca karanlıkta kaldı. Ve Mayıs 2000'de Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili Umut Operasyonu başlatıldı. Ankara'da yakalanan ve kendilerine 'Kudüs komandoları‘ adını veren sanıkların sorgulaması sonucu Üçok'a yönelik olay da aydınlatıldı. 'Tekin' kod adlı Ferhan Özmen'in parmak izi, Üçok'a gönderilen bombalı pakette tespit edilen parmak iziyle örtüşüyordu. Prof. Dr. Muammer Aksoy'un 31 Ocak 1990'da Bahçelievler'deki evinin girişinde silahla, Doç. Dr. Bahriye Üçok'un 6 Ekim 1990'da evine gönderilen bombalı paketle, 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu'nun aracına konan bomba ile ve 21 Ekim 1999 günü de Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın, otomobiline konan bomba ile öldürülmeleri olaylarını kapsayan Umut Operasyonu'na ilişkin davada, sanıklar, müebbet ve çeşitli hapis cezalarına çarptırıldıÜçok'un hayatına mal olan bombalı paket, İstanbul'da Ekspres Kargo'nun Perşembe Pazarı Şubesi'nden postalanmıştı. Paketi teslim alan isim ise Gülay Calap adlı bir kargo görevlisiydi. O günlerde 'Kargocu kız' olarak anılan 1970 doğumlu Gülay Calap, Doçent Üçok gibi Trabzon doğumluydu ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okuyordu.İfadesinde paketi getirenlerin eşgallerini verdi, robot resimler çizildi. Ardından kayıplara karıştı. Yıllar sonra, 16 Ocak 1994 günü ise İzmir'de Türkiye Devrimci Halk Partisi İzmir sorumlusu olarak gözaltına alındı. Örgütün ***'nın bir yan kuruluşu olduğu öne sürülüyordu. Mahkeme, Calap'ı 22 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı.Umut Operasyonu davasında yargılanıp mahkum olan sanıkların davaları Yargıtay tarafından 'Calap'ın mahkemede tanık olarak dinlenmemesi' nedeniyle bozuldu.Sonra o da mahkemeye getirildi ama sanık sandalyesinde oturan kişileri teşhis edemedi.Paketi teslim eden kişiden telefon numarası alırken yüzüne bakmıştı. 'Orta boylu, ince bıyıklı bir kişi'diye hatırlıyordu ama ''Paketi veren kişiyi bugün yakalayıp getirseler, o şahıs demem mümkün değil'' diyordu.ŞİMDİ NEREDE?İşte bir zamanlar 'Üçok suikastinin kilit ismi' denilen, sonra ortadan kaybolan ve ardından *** ile bağlantılı bir örgüt nedeniyle hapse mahkum olup 12 yıl yattıktan sonra serbest kalan 'kargocu kız' bugün nerede dersiniz? Gülay Calap, DTP'nin 8 Kasım 2007 günü yapılan kongresinde, önce Parti Meclisine, sonra MYK'ya seçildi.Şimdi ise DTP Genel Başkan Yardımcısı...Üçok suikastindeki 'kargocu kız' tam 17 yıl sonra DTP kongresinden çıktı. Hem de partinin yöneticisi olarak...Bu da bir garip Türkiye tesadüfümü acaba…..Saygılar….





Evet değerli Canlar, Devlet gerçekten yetmedi,yetişmedi,eksik kaldı,taraflı davrandı,böyle istedi,vs.vs.vs. sebep ne olursa olsun, gerçek olan bu güzel ülkemin 30 yıldır yaşadığı terör ve mağdur olan insanlarımız.Bakın Van, bakın Hakkari ne haldeler ne hale getirdiler.Bunun doğrudan sorumlusu devlet değil, kendisilerini Kürt kökenli insanların temsilcisi olarak gören ve iddia eden *** terör örgütü ve onun siyasi devamı dtp.Bir zamanlar dtp ye terörist yapının siyasi uzantısı diye yazmıştım ve site yötecilerinden kimi canlar dahi bana tepki göstermişlerdi.Ne yazıkki zaman beni haklı çıkardı çok üzgünüm.

Değerli Canlar çok üzgünüm ama şunu kabul etmemiz lazım.Türkiye ne yazıkki zihinlerde bölünmüştür.Uluslararası fuarlarda bile bölünmüş Türkiye Haritası,yine yıllardır siyasetin dost olarak gördüğü abd ve diğer dünya ülkelerinin çeşitli vesilerle kullanmaktan çekinmediği argümanlar ve kullandıkları haritalar ortada ve ne yazıkki bu ülkenin bölünme sürecine girdiğini göstermektedir.Bu yazdığım yazıdan dolayı kimi canlar tepki gösterebilirler ama emin olun gelecek bölünmeyi beraberinde getirecektir.Evet bu belki çok iddialı bir söylem ama zaman dilerim beni doğrulamaz.Ben böyle hatahalı bir tespitte bulunduğunu görmeyi çok arzu ederim.Bu ülke bölünse ne olur değimli.Bunu soranlar olabilir ne mi olur.Orneğini daha önce yaşayarak öğrenen Doğu- Batı Almanya gibi olur.Zaman içinde Doğudan insanların Türkiyeye kaçmak zorunda kalacakları,iltica etmek için hayatlarını teklikeye atacakları bir sürecinde başlayacağını söyleyebilirim.Çünkü terörün bu ülkeye getirdiği korkunç bir maliyet ve dahası üretime hiçbir katkısı olmayan 10-15 kimilerine göre 20-25 milyon insanı geçindirmek mükellefiyetinden kurtulan bir Türkiye kısa sürede sınıf atlayarak dünya ülkeleri arasında hak ettiği yeri alacaktır.Peki ya bölünmüş ve yeni kurulmuş olan sözde Kürdistan ülkesini ne bekliyor gelecekte.Yeni kurulmuş olan bu devlet ise tüm komşularından toprak alarak emperyalist ve faşist abd nin gölgesinde, derme çatma bir komünizmi benimsemiş devlet kuruyor. ”Bu aslında başlı başına bir değerlendirme ilerleyen zamanlarda dilim döndüğünce bu konuda ayrı bir değerlendirme yapacağım.Konuya bakın hele abd bir komünist devlet kurduruyor ve bunun koruyuculuğunu yükleniyor babasının hayrına J Komedi gibi değimli “ Yani dört bir tarafını düşman edinmiş bir ülke.Dünyaya açılan başka hiçbir kapısı olmayan dört tarafı düşmanları ile çevrili bir ülke.Ülkesi abd güdümünde yer altı zenginliklerini, petrol rezervlerini elinde bulunduran ve kullanan bir abd ve petrolden başkada herhangi bir geliri olmayan yani karnını doyuracak kadar bile kaynakları olmayan bir ülke düşünün,çünkü gerçekten başka kaynakları yok ve zaman içinde ülke insanlarının neler yaşayabileceklerini tasavvur edebiliyormusunuz.Bu bölünmeyi durduracak yegane güç Kürt Kökenli insanlarımızın gerçekleri iyi görmesinden ve gerçekçi değerlendirmelerinden geçer ve daha fazla zorlamalarınında anlamı yok diye düşünüyorum.Şapkalarını önlerine koyup kararlarını vermelerinin zamanı gelmiştir bence.Ya samimiyetle ve ilelebet Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı olmalılar ve bu ülkenin değerlerine dört elle sarılmalı, “bu ülke benim ben bu ülkenin kurucu unsurlarındanım” demeli, yada kendilerinin tayin ettiklerini düşündükleri evet düşündükleri geleceği olmadığına inandığım, sonunun olmadığını ve ufukta bir ışığı olmayan karanlık bir gelecek ve bir maceraya atılıp atılmamaya karar vermelidirler.Aksi taktirde zaman ve koşullar bu doğumu zorunmlu hale getirecektir, sancılı olacaktır ama er veya geç hiçte hayırlı görmediğim bu doğum gercekleşecektir.

Oysaki Türk-Kürt ve daha bir çok millet yüzyıllardır bir arada yaşamaktadır.Et-Tırnak olmuşuzdur.Bizler birbirimizi sevmek zorunda değiliz ama bir arada yaşamak zorundayız.Biz birbirimize mecburuz birbirimize tahammül etmek zorundayız.Çünkü ens yi yine biz birbirimizi anlayabiliyoruz.Artılarımız eksilerimizle biz bir ülkeyiz,bu ülkeyi beraber kurduk ve kabul etmezsenizde beraber yönetittik ve yönetiyoruz”yönetiyoruzdan sakın olaki terör örgütünün siyasi uzantısı anlaşılmasın”.Ama ne yazıkki basiretsiz ve aptal, hasbelkader siyaset arenasında yeralmış ve milleti temsile görevlendirilmiş kimi mahluklar bunu görmezden gelip insanları birbirlerine düşürmeye ve kan üzerinden siyaset yapmaya devam etmektedir.Bakın kendisine siyasi parti diyen ve Kürt Milletinin temsilcisi olduklarını iddia eden *** terör örgütünün siyasi uzantısı dtp sinin bir milletvekili Van Milletvekili Özdal Uçer "Diyarbakır ve Tunceli'de olduğu gibi, Van halkı da Erdoğan'ı bölgede görmek istemiyor. Başbakan'ın bile bile Van'a gelmesini provokatif bir eylem olarak görüyorum. Böyle bir atmosferde adeta seferberlik ruhuyla bölgeye gelişi Ariel Şaron’ın El Aksa’yı ziyaretine benzemektedir. Eğer Başbakan Van'a gelirse, geleşebilecek tüm olumsuzluklardan Erdoğan sorumludur." Diyebiliyor.Ne kadar zavallıca ve ahlaksızca ve hayasızca bir yaklaşım değimli.Bu ülkenin Başbakanı bir iline gitmesi provokatif bir eylem olarak görülüyor.

Türkiye Cumhuriyeti Doğu ve Güneydoğudaki olayların tamamına bakın abartmıyorum çok net bir ifade ile 24 saat içinde sona erdirecek güç ve kudrete sahiptir.Ancak geçmişte yaptığı hatalardan ders alarak mümkün olan en son hadde kadar ”yasadışı bile olsa” vatandaşa gerçek anlamda tahammül göstermeyi ilke edinmiştir.Ama bu tahammülü ne kadar sürdürebileceğini bilmiyorum.Artık zaman değişti,ülkemizde değişti,yaptığı bir çok yanlıştan ders ve dersler çıkardı.Şimdi tekrar başa dönmek istemiyor ve bunu sonuna kadar zorlayacaktır.Ama burada eksik kalan yada adım atmayan,attığı adımlar ülkeyi kaosa, çıkmaza sürükleyen bir Kürt kökenli vatandaş profili görüyorum,bunu önümüzdeki yerel seçimlerde çok daha netleşeceğini biliyorum.Yani önümüzdeki seçimler gerçekten ürkütücü sonuçlar doğuracaktır.Bunu söylerken özgür iradeden bahsetmiyorum cahil insanlara işaret edilen ve oyunu kullanmaya zorlanmasından bahsediyorum.Irkçılıktan yakınan Kürt kökenli insanların aslında farkında olmadan ırkçı söylemlere yakınlaştığı hatta bu konuda mhp ile yarışacak düzeye geldiğini görmekten kaynaklı rahatsızlığımı ve bunun doğuracağı olumsuz sonuçlardan bahsediyorum.Evet Kürt milliyetçiliğinin bilinçi olarak körüklendiğini ve bunun seçim sonuçlarına yansımasından bahsediyorum.Değerli Canlar seçim sonrasındaki sabah umarım belirttiğim gibi ırkçı,Faşist bir Kürt-Türk ayrışması ile karşı karşıya kalmayız.Saygılar….

BİR TÜRK OLARAK KÜRTLERE SORUYORUM

Bir TÜRK olarak Kürtlere soruyorum; ''Kürtler bu ülkeye ne vermiştir ?'' Kürtlerin, Türkiye'ye bugüne kadar ne katkıları olmuştur ? Sosyal, bilimsel ve sanatsal anlamda yaşamımıza neler katmışlardır ?
Kendilerini etnik kökenlerini ön plana çıkararak tanımlayan ve kendilerine verilmiş en büyük hak olan ''BU GÜZEL ÜLKENİN, TÜRKİYE'NİN VATANDAŞI OLMAK HAKKINI'' bir kenara iterek, etnik köken üzerinden ırkçılık yapmayı tercih eden bu kitle, bu ülkeye ne vermiştir ve bu sapkın anlayışla ne verebilir ?
Kürtlere soruyorum; neden terör sizde, beşik kertmesi sizde, kız çocuklarını başlık parası adetiyle adeta bir eşya gibi alıp-satmak adeti sizde, her türlü yasadışı işin altından çoğunlukla K ürtler çıkmakta, kapkaç sizde, gasp sizde, ''NAMUS CİNAYETLERİ'' sizde,
kaçakçılık sizde, uyuşturucu ticareti sizde, bu ülkenin vatandaşı olmayı sindirememek hastalığı sizde, vur-kır-gasp et anlayışı sizde, ÖZELEŞTİRİ yapmamak sizde, nedensiz aşağılık kompleksi sizde, başına kuş pislese devleti ve diğer insanları suçlamak sizde, herşeyi devletten beklemek sizde, asimile edildiği yalanını söyleyip, 21. yüzyıl Türkiyesi'nde tek kelime Türkçe bilmeyen milyonlarca insan sizde, emperyalist devletlerin size
sahte bir mazi yapıştırması neticesinde Anadolu'da hiçbir zaman varolmayan, sözde gasp edilmiş hayali bir anavatanınız olduğu yalanını yaymak yine sizde.
Bu ülkeye hiçbir şey vermeden, kaba kuvvet ve vandalizmle, terör ile toprak gasp etmeye çalışma ahlaksızlığı sizde, diyaloğu ve insani ilişkileri es geçip, yakıp yıkarak bu ülkeyi bölmeye çalışmak sizde, Avrupa'ya gidip Türkiye Cumhuriyeti ve onun şanlı ordusu Türk Silahlı Kuvvetleri ha kkında her türlü asılsız yalanları söylemek, bana işkence yaptılar, baskı yaptılar, dilimizi konuşamıyoruz, fırsat eşitliği yok gibi mesnetsiz yalanları söyleyerek siyasi mülteci statüsüyle o Avrupa ülkelerine kapağı atmak, bir parazit gibi yaşayıp oralarda da suç işlemek sizde, sizlerde...
Avrupa'da Türkiye'yi şikayet etmek sözkonusu olunca ''ben Kürdüm'' demek, ama cebinde Türkiye Cumhuriyeti kimliği ile Avrupa ülkelerinden herhangi birinde suçüstü yakalandığınızda ''ben Türküm'' demek üçkağıtçılığı sizde, çapulcu terör örgütüne her türlü desteği verip, demokrasi ve insan haklarından bahsetmek, ''şiddeti kınıyorum'' demek sizde, bu yalanları söyleyip bizleri de enayi zannedip, aptal yerine koymaya çalışmak terbiyesizliği ve alçaklığı sizde, bu ülkede yaşayan onlarca farklı
etnik kökenden milyonlarca insan, etnik kökenleriyle ilgili en ufak bir sıkıntı çekmezken, özgürce siyaset yapabilirken, milletvekili ve hatta Başbakan bile olabilirken, v erdiğimiz Kurtuluş Savaşı mücadelesi sonucu elde edilmiş Cumhuriyetimizin kazanımlarını içlerine sindiremeyen sömürgeci, etnik soykırımcı, emperyalist devletlerin maşası ve tetikçisi olmak düzenbazlığı NEDEN hep sizde ?
Lütfen bu sorulara yanıt verin, tabii verebilirseniz...
Bu memlekete bugüne kadar ne verdiniz de, ne istiyorsunuz ?
Eğitim diyorsunuz; öğretmen öldüren terör örgütünün katillerini ve elebaşını lider, siyasi irade kabul ediyorsunuz.
Dilimizi konuşamıyoruz diyorsunuz; o halde bugüne kadar Türkiye'nin çeşitli kentlerinde açılmış ''Kürtçe Kursları'' sözde dil öğrenmeye susamış sizlerin ilgisizliği sonucunda neden kapandı ?
Siyasi platformda temsil hakkı diyorsunuz; siyasetinizi etnik
ırkçılığa ve bölücülüğe dayalı söylemler, eylemler ve politikalar
üzerine kuruyorsunuz.
Yarattığınız terörden 30 bin insan can veri yor... En ufak bir özeleştiri, en ufak bir günah çıkarma yapmıyorsunuz.
Sizlerin canı can da, bu ülkeyi ve içinde yaşayan masum insanları terörden korumak için hayatını hiçe sayıp şehit olan ana kuzularının, evlatlarımızın canı patlıcan mı?
İstanbul'da sokaktaki vatandaşlara saldırmak, molotof kokteyli atmak, otobüs yakmak, polise ve sade vatandaşlara, kadınlara, ufacık çocuklara ''kaldırım taşları'' atıp kafalarını yarmak neyin protestosu? Hangi köhne düşüncenin, hangi barbar anlayışın dışavurumu?
Bugüne kadar hangi ''Kürt kökenli'' Türk vatandaşına; hop! sen Kürtsün şu şehre giremezsin, şu işi yapamazsın, şu mesleği icra edemezsin denmiş veya denmekte?
Bu ülkenin en çok para kazanan insanları çoğunlukla Kürt kökenli
şarkıcılar, eğlence yeri sahipleri, işadamları, ticaret erbabı,
turistik otel sahipleri, eğlence dünyasında; tv'de, gazinolarda iş
yapan isimler (İbrah im Tatlıses, Özcan Deniz, Ceylan, Yılmaz Erdoğan vs.) değil mi?
Hani ne oldu ''fırsat eşitsizliği yalanınıza?''
İşin doğrusu, sizin sorununuz bu ülkeyi terör ile, vurarak, kırarak bölmek! Bir oldu-bitti yaratarak bu güzelim memleketi parçalamaktır. Bu kadar basit. Şu çıplak gerçeği artık ilkokula giden küçücük çocuklar bile anlayabilmektedirler.
''KÜRT'' kökenli vatandaşlarımız, eğer bunca kan ve gözyaşı dökülmesine sebep olan bu BÖLÜCÜ IRKÇI TERÖRİSTLERİ hala destekliyorlarsa, KUSURU DEVLETTE DEĞİL, KENDİLERİNDE ARAMALIDIRLAR!
Meydanlarda eller hep zafer işareti, ellerde 30 bin insanımızın katili kanlı terör örgütü ***'nın afişleri, terörist başı Apo'nun posterleri, yakarız-yıkarız tehditleri ve herkesin malumu ülkemizdeki büyük kentlerde meydana gelen şu son terör olayları...
Çapulcu terör örgütünün hazırladığı ''Şemdinli fiyaskosundan' ' sonra, ellerine para vererek sokaklara salıp polisimize, güvenlik güçlerimize, halkımıza taş ve molotof kokteyli attırdığı küçücük çocuklar...
Çocuğunu terör örgütünün militan olarak kullanmasına müsade ediyorsan, bu kaos ve terör yöntemlerinden medet umuyorsan ve bu yolla bu ülkeyi böleriz, sözde ülkemizi de kurarız diye düşünüyorsan, canın yandığında veya meydanlara saldığın, yak-yık-kır-dök evladım dediğin çocuğunu kendi ellerinle ateşe attığında da bunu devlete fatura edemezsin.
Demokrasiden bahsedip, teröre yol açmak ? İnsan öldürüp hak talep etmek? Bu ne yaman çelişki...
Hak isteyen, hukuk isteyen önce bu ülkenin bütünlüğüne, bu ülkenin insanlarına, toplum kurallarına SAYGI gösterecek. Ülkesine katkıda bulunacak. İNSAN gibi davranacak, yakmayacak, yıkmayacak.
Kısacası; TERÖRİST ile arasındaki farkı yine bizzat KENDİSİ ortaya
koyacak. Bu ülkenin güzel insanlarını kendisine ina ndıracak.
Kürt toplumu yüzyıllardır kendisini sömüren, geri bıraktıran, kulun
kula kulluk ettiği ''FEODAL DÜZEN'' denen ilkel sistemden ne zaman vazgeçecek? Ne zaman HANIM FERTLERİNE gereken ''ÖZGÜRLÜĞÜ'' teslim edecek? Ve neden ülkede en yüksek kadın intiharları Batman'da? Neden aile içi şiddet sorununda ve TÖRE CİNAYETİ denen illette ekseriyetle Kürt kökenli insanların yaşadığı iller başı çekmekte? Büyük şehirlerde kapkaç ve bu tür illegal suçları işleyip, elde edilen yasadışı geliri Terör örgütüne aktarma suçu neden hep Kürt kökenli çocuk ve gençlerde görülmekte? Neden, neden, neden?
Kürdüm diyen sizler, acaba bu KUSURLARINIZI hallettiniz mi ki, TÜRKLERİ pervasızca eleştiriyorsunuz? Size yer, yaşam hakkı, hak-hukuk vermekten başka ne yapmış bu ülkenin vatandaşları?
Güzel bir atasözü vardır. ''GÖZÜNDEKİ ÇÖPÜ GÖRMEZ, ELALEME ŞAŞI DER!''
Bu özlü söz ülkemizin için e düşürülmeye çalışıldığı ''Kürt fesadını''
ne de güzel anlatıyor değil mi?

HAKAN ÇELİK


Yorumsuz.Saygılar....

Atatürk 1967...

Bugün 10 Kasım... Adam olanın daha büyük bir utanç ve acı duyacağı kötü bir 10 Kasım günü...

Ve biz bu günlerin, bunca yıl sonra, bu kadar yoğun acılar taşımasına kendimiz sebep olduk aziz milletim, emanet edilen kutsal bir mirası hovardaca savurduk,taa 1938 10 Kasım'ının ertesi gününden beri...Tüm "Şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emellerine tevhid eden" siyaset-ticaret-tarikat şeflerini başımıza taç ederek bu günlere geldik...

Çürümenin kokusu, onlarca yıl önce ülkenin tepesini sarmasına karşın aldırmadık... Aldırıp uyaran gençleri de, parlamento kararları ile ipe gönderdik,bir genç neslin birbirini kırmasını, ateş dansı gibi izledik!..

İşte bu gün!..

Ben bu gün sizlere,1967 10 Kasımı'nda, gençlerin Atatürk'ü anarken neler söylediklerini hatırlatmak istiyorum..67-68 yılının imha edilen neslinin "korkutan ayak seslerini" de yansıtabilmek ve şöyle bir düşündürebilmek amacı ile...

Bakınız,Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (ODTÜÖB) Başkanı Cengiz Haksever 10 Kasım 1967 günü Atatürk'ün ölüm yıldönümünde ne diyordu...
"Sevgili Kardeşlerim; her yıl içimizde büyük bir acı, bir eziklik duygusuyla ve başlarımız önlerimizde giriyoruz 10 kasımlara. Bu bir ölüm yıldönümünün hatırlanışından değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk her kişi gibi yaşamını sürdürdü. Ve bir gün sona erdi bu yaşam. Doğanın kurallarına uydu tüm canlar gibi. İçimizdeki acı, eziklik ve başlarımızın eğikliği bundan değil. Her On Kasım'da Atatürk'ün ilkelerinden ne kadar sapıldığını ve Türkiye'nin durumunun bu ilkelerle her gün ne kadar taban tabana zıt bir hale dönüştüğünü bir kez daha, çok kuvvetli bir şekilde duyuşumuzdan, görüşümüzdendir bu acı..."

Gençlik liderinin bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi, ölümünden otuz yıl sonra Atatürk'ün bütün temel değerlerini iflasın eşiğine getirmiştir Türkiye'nin hakimleri !..
ODTÜ'lü,şöyle devam ediyor..

"Atatürk'ün yaptığı en büyük eylemin kurtuluş savaşı olduğunu yani anti-emperyalist bir savaş verdiğini unutmazsak Atatürk'ün ne olup olmadığını anlarız sanırım. Ezilen sömürülen bir ulusu, o ulusu sömürenlere karşı ayaklandıran ve bunu ha yatını ortaya koyarak yapan kişi yerli ve yabancı sömürücüden yana olamaz. Atatürk bir eylemdir. Emperyalizme, haksızlığa ve bağımlılığa karşı çıkıştır..."

Kırk yıl önce,Atatürk'ü anlatmak için gençler, bu gün kullanılan sözcüklerle seferberdir yani...
"Atatürk'ün anti - emperyalist yönünü tartışmak demek Türk ulusal kurtuluş savaşını inkâr etmek demektir..."

40 yıl önce ODTÜ öğrencileri, liderlerinin ağzından Atatürk'ün kendilerine "Kurtuluş Savaşı öncesi durumu" anlatan açıklamalarını dinliyorlar... Öğrenci Lideri arkadaşlarına "Nutuk"tan aktarıyor.
"Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz.
Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.

Oysa, Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir. Öyleyse, ya bağımsızlık ya ölüm..."

Kırk yıl önce gençlik, Atatürk'e sahip çıkmak için ayaktaydı...

Ama, iktidarın sahipleri de Atatürk'ün ilke ve inkilapları üzerinden silindir gibi geçmek üzere "Şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emellerine tevhid etmek üzere" ayaktaydılar..

Kimin kazandığı ortadadır..Sygılar....




Kaynak :http://pasamataturk.tr.gg